Bismillahirrahmanirrahim
  Azap
 


AZÂB, AZAP

 

Azap Kelimesi:

 

Otorite sahibi bir kimse tarafından yapılan işkence, eza, cefa; beden ve ruha tesir eden eziyet.

Bir terim olarak, Allah'ın günahkârlara dünya veya ahirette vereceği ceza, sıkıntı ve eziyet demektir. Kabir azabı, Cehennem azabı. [1]

‘Azap’ sözlükte terketmek, vazgeçirmek, hapsetmek anlamına  gelen ‘azb’ kökünden türemiştir ki ceza, elem, beden ve ruha etki eden eziyet, nefse ağır gelen şey demektir.

Bir kavram olarak ‘azap’, Allah (cc)’ın kendi emirlerine veya hükümlerine karşı gelenlere dünyada veya Ahirette vereceği ceza, sıkıntı ve eziyet demektir.

Kur’an’da çok sık geçen kelimelerden biridir. Beşyüze yakın yerde geçmektedir.    

Bilindiği gibi mükâfat (ödül) yapılan güzel bir amelin, ceza da yapılan kötü bir amelin, yani suçun karşılığıdır. Bu gerçek insanlar arasında böyle olduğu gibi Allah (cc) katında da böyledir. Bir çocuğu eğitmek üzere, onun güzel davranışlarını ya sözle, ya hediye vererek, ya da istediğini yerine getirerek ödüllendiririz. Bu ödüllendirme hem o yaptığı güzel hareketin veya başarının karşılığıdır. Hem de o başarının sahibini ve o başarıyı duyabilecek diğer çocukları bir teşviktir. Bir başkası suç olabilecek bir davranış yaptığı zaman da onu o yanlıştan kurtarmak için ona uygun, çocuğun anlayabileceği bir ceza veririz. Bu eğitimde bir metodtur.

Sosyal hayatta da durum böyledir. Güzel davranışta bulunanlar bu davranışlarının ödülünü farklı şekillerde alırlar. Suç işleyenler ise ya toplumdan, ya otorite sahipleri, ya da sıkıntıya düşmek, huzursuz olmak şeklinde kendi vicdanı tarafından verilecek cezalarla hatalarının ve suçlarının karşılığını görebilirler. Özellikle suç işleyenlere ceza vermemek, büyük zararlara yol açar.  Toplumun huzurunu bozar, zulmün artmasına sebep olur. İnsanların hakları ellerinden alınır, çirkin şeyler yaygınlaşır. Mal, can, inanç ve benzeri emniyetler kaybolur, insan özgürlüğü tehlikeye düşer.

Âlemlerin Rabbi Allah (cc), insanı kendisine kulluk için yarattı.[2] Ona sayısız nimet verdi. Yeri ve gökleri, onların içerisindeki her şeyi insanın hizmetine sundu. Ona akıl ve o aklı kullanma yeteneği verdi.

Bütün bunlardan sonra gönderdiği  Kitaplarla ve görevlendirdiği elçilerle iyiyi ve kötüyü tarif etti. Doğru yolu ve sapıklık yollarını gösterdi. İnsanın görevlerini hatırlattı. Hangi davranışın güzel ve övücü, hatta ödül kazandırıcı olduğunu, hangi hareketin kötü, çirkin ve insana ceza kazandırıcı olduğunu açıkladı. İnsanın dünya hayatını düzene koyucu, ona mutluluk sağlayıcı, onun haklarını koruyucu hükümler, ilkeler, kanunlar gönderdi. Ki bütün bu hükümler, hem insana insanca yaşamayı ve huzuru sağlar, hem de nasıl kulluk yapacağını öğretir.

Allah (cc) aynı zamanda, kendi hükümlerine uyanlara vereceği sonsuz ödülleri, sayısız mükâfatları, akla hayale gelmeyen karşılıkları müjdeledi. Yine kendi hükümlerine uymayıp ta başka tanrılara ibadet edenleri, Allah’ın çizdiği sınırları tanımayıp azan ve ağır suç işleyenleri de uyarıp korkuttu. Onlara vereceği cezaları bildirdi. Onların karşılaşacakları azabın korkunçluğunu hem haber verdi,  hem de bu dünyada iken insanlara ve topluluklara (kavimlere) gösterdi.

Şeytana ve nefsine aldanıp ta Allah’ın hükümlerine aykırı gidenlere tevbe imkanı vermesine, tevbe edenleri bağışlama sözü vermesine rağmen; Allah’ı tanımamaya, O’nun nimetlerini yalan saymaya, O’nun hükümlerini takmamaya, sınırı aşıp-azgınlık yapmaya devam edenlerin bu yaptıklarının karşılığı ne olmalıdır?

Ceza, aslında karşılık demektir. Öyleyse iyi bir şey yapan da, kötü bir şey yapan da cezasını, yani yaptığını karşılığını almalıdır.[3]

Allah (cc) kullarından dilediğine azap edebilir. Buna gücü yeter ve hiç kimse buna engel olamaz.[4] Ancak Allah (cc) kullarına zulmetmez.[5] Allah (cc) azabı yalnızca insanların inkâr ve isyanlarına karşılık verecektir. Bu azap ne bilinen bir işkencedir, ne Allah’ın intikam arzusudur, ne de  adaletsiz bir karardır. Allah’ın azabı yalnızca suçluların vazgeçmedikleri, tevbe edip pişmanlık duymadıkları isyanlarına karşılıktır. Ya da dünyada iken aşırı suç işleyenlerin, azgınlık yapıp yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranların hak ettikleridir.[6] Aynı zamanda sonradan gelenlere önemli bir uyarıdır.

Kur’an’ın haber verdiğine göre; Allah’ın hükümlerini tanımayanlar, onları beğenmeyip bir tarafa atanlar, peygamberleri alaya alanlar, inkârcı kafirler zulüm ve haksızlık yapanlar, İslâma girdikten sonra dönenler, aşırı günah işleyenler azabı hak ederler.

Allah (cc)’ın azabının nasıl gerçekleşeceğini, boyutlarının nasıl olacağını, şeklini yalnızca kendisi bilir. Kur’an, geçmişte azabı hak eden topluluklara verilen cezalardan bir kısmını anlatıyor. Yine azap yeri olan Cehennem’den çeşitli sahneler sunuyor. Cehennem azabı anlatılırken, insanların tanıdığı eziyet, azap ve elem verici şeyler anlatılıyor, bunları ifade eden ve insanların bildiği  sözcükler kullanılıyor. Ancak onların mahiyetini, tam ne olduğunu ancak Allah (cc) bilir.[7]

 

Azabın Gerçekleşeceği Yerler:

 

Kur’an’ın ifadesine göre suçlulara üç yerde azap (ceza) vardır:

 

1- Dünyada Azap:

 

Yüce Allah eski devirlerde imandan uzaklaşan, gönderdiği peygamberlere itaat etmeyen, Allah'a isyan eden kavimleri helâk etmiş, onları dünyada azaplandırarak sonraki nesillere ibret yapmıştır. Hz. Nuh (a.s.)'ın kavminin sular altında kalması, sadece kendisiyle birlikte bir gemiye binen insanların ve hayvanların kurtulması, Âd ve Semûd kavminin başına gelen felâketler, Nemrud'un ve Firavun'un helâk oluşu, erkeklerin kadınları bırakarak birbirlerine yaklaştığı Lût kavminin yere batırılması dünyadaki azaba örnek verilebilir. Bunlar Kur'an-ı Kerîm'de ibret için zikredilen kıssalardır.

Dünyevî azabın bir de eziyet, sıkıntı, fakirlik vb. şekillerde imtihan amaciyle karşılaşılan şekli vardır. Bu imtihanların gayesi insanın sabır ve tahammül gücünün ölçülmesi, buna karşılık günahlarının affedilmesi, ya da manevî derecesinin yükselmesidir. Ayette şöyle buyurulur:

"Ey müminler itaat edeni asî olandan ayırt etmek için sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden yana eksiltmek ile imtihan ederiz (ey habibim) sabredenleri müjdele" (el-Bakara, 2/155).

Buna göre, dünyadaki bazı sıkıntı ve ızdıraplar ahirette sevaba, dünya hayatının sonraki yıllarında refaha dönüşebilmektedir. Münkirler için dünyadaki azap da ahiretteki azap da aleyhlerinedir. Kur'an-ı Kerîm'de; "Onlar için dünyada rezillik ve aşağılık ahirette de elem verici bir azap ve cehennem ateşi vardır" (el-Bakara, 2/114; Hacc, 22/9) buyurulmaktadır. [8]

Allah (cc), peygamberleri yalanlayıp Allah’ın hükümlerini tanımayan, azan, sapıtan ve hatta Yüce Yaratıcıya meydan okuyan bazı kişi ve kavimleri çeşitli cezalarla cezalandırmıştır. Bunlardan Nuh (as)’un kavmi suda boğuldu (tufan).[9] Kimisi yağmur felaketine uğradı.[10] Kimisinin üzerine taş yağdırıldı.[11] Aşırıya giden nice azgınlar felaketlerle, sıkıntılarla, başkasından darbe yemekle, elindeki imkanları kaybetmekle ve benzeri cezalarla karşılaştılar veya karşılaşırlar. Allah'a isyan eden azgınların hangi azapla cezalandırıldığını ancak Allah (cc) bilir.

Hatta inkârcıların bir takım dünya nimetlerine, zenginlik ve saltanata sahip olmaları onlar için bir üstünlük ve kurtuluş değil, aksine bir azap bile olabilir.[12] Dünya malı bazılarının nefsine zevk verir, ama ruhu için azap ve sıkıntı kaynağı olabilir. Gerçek mutluluk Allah’a bağlanmakla ve malı Allah (cc) rızası uğruna harcamakla elde edilir.[13]

Kur’an şöyle diyor:

“De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu günahkârların nasıl bir sona uğradıklarını bir görün.”[14]

Yine Kur’an;  “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı, o suçluların sonlarının nasıl olduğunu, nasıl bir azaba uğradıklarını görmediler mi?” diye sık sık soruyor.[15]

 

2- Kabir Azabı:

 

Kur’an, inkârcıların ve isyancıların kabirde Kıyamet saatinin başlamasına kadar azapla karşılaşacaklarına işaret ediyor ama geniş bilgi vermiyor.[16]     

Hz. Aişe (r.anha) Peygamberimize (sav) kabir azabından sordu. O da şöyle buyurdu:

“-Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını  hayvanlar (bile) işitir.” (Peygamberimiz bundan sonra kıldığı namazlarda kabir azabından Allah’a sığınırdı.)[17]

Ahiret azabı kabir azabıyla başlar. Kabir hayatı hemen dünya hayatının bitimiyle başladığına göre, insanoğluna azap uzak değildir. Çünkü ayet ve hadislerde azabın kabirde başlayacağı belirtilmiştir. Cenâb-ı Hakk buyurur:

"Kim benim zikrimden (Kuran'dan) yüz çevirirse, o kimse için (kabirde) dar, sıkıntılı bir yaşayış vardır. Biz onu kıyamet gününde kör olarak haşredeceğiz. O şöyle diyecek: Ey Rabbim, beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki ben daha önce görüyordum.' Allah diyecek: Bu böyledir. Çünkü sen, sana ayetlerimiz geldi de, onları unuttun. Bugün de unutulma sırası sendedir" (Tâhâ, 20/124).

Hz. Peygamber, salih kullar için kabrin Cennet bahçelerinden bir bahçe olacağını, günahkârlar için ise Cehennem çukurlarından bir çukur hâlini alacağını bildirmiştir.[18]

İbn Ömer'den nakledildiğine göre Allah Rasulu şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz vefat ettiğinde sabah ve akşam ona kendi makamı gösterilir: O kimse Cennetlik ise Cennet'e gireceklerin makamı; Cehennemlik ise, Cehennem'in hücrelerinden bir yer gösterilir. Ve ona, burası senin ebedî durağındır. Kıyamet günü seni Allah buraya göndererektir,' denilir"[19]

Ebû Hüreyre'den, Hz. Peygamber'in şu duaya devam ettiği nakledilmiştir:

"Ya Rabbî! Kabir azabından, hayat ibtilâsından, ölümün şiddetinden, mesih-deccalin fitnesinden sana sığınırım"[20]

 

3- Ahiret Azabı (Uhreví Azab):

 

Kıyamete kadar bu şekilde sürecek bir kabir hayatı sonunda, mahşer yerinde hesap ve mizandan sonra sevapları günahlarından fazla gelenler Cennet'e, az gelenler ve inkârcılar ise Cehennem'e gireceklerdir. Günahkâr müminler bir süre azap gördükten sonra, sonunda yine Cennet'e gireceklerdir. Kâfirler ise ebedî Cehennem'de kalacaktır. Kur'an-ı Kerîm'in bir çok ayetinde Cehennem azabından, bu azabın dehşet ve korkunçluğundan söz edilir:

"Defterleri sol tarafından verilen günahkârlara gelince; onlar ne acıklı durumdadırlar. Onlar ateşin alevi ve kaynar su içindedirler. Bir de üzerlerinde Cehennem'in kapkara dumanı olan bir gölge var. O gölge ne serindir, ne de mülayim. Çünkü onlar dünya hayatında zevklerine düşkün kimselerdi" (el-Vâkıa, 56/41-46).

İslâm'da azap ilâhî adaletin gerçekleştirilmesi içindir. Dünya hayatında uygulanan ceza ve azaplar hukukî müeyyidelerdir. Bu da toplum içinde işlenebilecek kötülük ve suçların önlenmesi ve diğer insanlara bir ibret teşkil etmesi içindir. Ahiret azabı mümin insanlar için geçicidir. Bu geçici azabın sonunda Allah'ın bir lûtfu olarak Cennet nimeti verilecektir. Allah'ın bütün emir ve yasaklarının hak olduğuna iman eden, yegane din ve nizamın onun dini ve nizamı olduğunu kabullenip bütün emir ve yasaklarının yer yüzünde uygulanması gerektiği inancında olan, Allah'a hiç bir şekilde şirk koşmayıp, ancak bazan insanî fıtrat gereği olarak günah işleyen kimseler, bu günahlarının karşılığı olan cezayı çektikten sonra, ebedî azaba çarptırılmayıp, af edilirler. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

"Âllah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları dilediği kimse için affeder." (en-Nisâ, 4/48)

Buna göre küfrün dışında kalan diğer günahlar Cenâb-ı Allah'ın iradesine kalmış bir husustur. O isterse bağışlar isterse azap eder. Fakat onun emir ve yasaklarını dinlemeyen, Kur'an'a sırt çevirip hükümlerinin uygulanamayacağını söyleyen veya böyle inananların düşüncesini paylaşan insanlar, küfürde olacakları için, ebedî azaba çarptırılacaklardır.

"Gerçekten küfredip (Peygamberliği ve İslâm'ın bütün hükümlerini reddedip insanları Allah'ın dininden ve hak yoldan alıkoymakla) zulmedenleri, Allah asla mağfiret edecek değildir. Onları Cehennem yolundan başka bir yola erdirecek değildir. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar..." (en-Nisâ, 4/168-169). Ayrıca (Cinn, 72/23) ve (Ahzâb, 33/65) ayetleri aynı hususu hatırlatmaktadır.

Allah ve Rasulu ayet ve hadislerde, ahiret nimetlerini müjdeleme yanında dünyada emir ve yasaklara uymayanlara, haksızlık ve zulûm yapanlara, inkâr yoluna sapanlara, Allah'ın hükümlerine sırt çevirenlere azap edileceğini bildirmiştir. Bundan maksat da insanları kötülüklerden ve inançsızlıktan kurtarmaktır.[21]

Allah’ın emrine karşı gelen isyancılar, inkâr edenler ve O’nun hükümlerine uymayı reddedenler, hatalarının azlığına veya çokluğuna göre asıl azabı Ahiret hayatında göreceklerdir.

Bu azap yeniden dirilişle başlayacak ve Cehennemde devam edecektir. Kur’an, bu azabın olacağını ısrarlı bir şekilde vurguluyor. Ahiret azabı ilahi huhukun işletilmesi ve Allah’a ait adaletin gerçekleşmesidir. İnsanların yaptıklarının karşılığıdır. Kimse orada kendi yaptığının karşılığından başka bir şeyle karşılaşmaz. Hatta Allah (c.c.) yapılan iyiliklere (hasenelere) çok çok karşılık verirken, işlenilen günahları kendi miktarı kadar değerlendirir, tevbe edilen günahları da bağışlar. Allah (c.c.) rahmet sıfatının ceza verme sıfatından (gadabından) önce geldiğini haber veriyor.[22]  

Şanı yüce Rabbimiz (cc), peygamber gönderip insanları uyarmadıktan sonra hiç bir topluluğa azap etmeyecektir.[23] Ancak, Ahirete inanmayan, Allah’ın âyetlerini korkusuzca inkâr edenler Kur’an’a sırt çevirenler, başka dinlere inananlar, hatta yahudi ve hırıstiyanlar, münafıklar, İslâmla mücadele edenler ve putlara tapanlar azabı hak ederler.[24]

Bunun yanında müslüman olduğu halde Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar, haramları işleyenler de azaba uğrarlar.[25]

İnkâr edici olarak ölenler ile, müslüman olduğu halde çok günah işleyenler bu azabı Allah’ın istediği kadar, bir anlamda adaletin gereği kadar çekecekler.[26]

Kur’an, azap kelimesini bazen ‘azim-büyük’, bazen ‘elím-acıklı’,  ‘eşeddü’l azab-azabın en şiddetlisi’, bazen ‘mühín-alçaltıcı’, bazen ‘şedid-şidddetli’, bazen ‘harík-yakıcı’, bazen ‘mukím-devam eden’, bazen ‘saír-çılgınca yanan ateş’, bazen ‘galíz-ağır’  sıfatlarıyla kullanmaktadır. Dikkat edilirse her sıfat azabın bir yönüne işaret ediyor ve onun korkunçluğuna çeşitli açılardan dikkat çekiyor.

İslâm, azabı Allah’a kulluğun gereklerini yapmayan günahkâr ve inkârcılara uygun bir ceza olarak  kabul ediyor  ve bunu ilâhí adaletin bir gereği sayıyor. Allah (cc) tevbe edeni dilerse affeder. Ancak günahkâr bir kişi tevbeye tenezzül etmezse, hatta yaptığı hatayı kabul etmek bir yana, hatası ile kibirlenirse sonucuna katlanmak zorundadır. Daha da ileri gidip, Allah’ın günah dediği fiilleri kendileri işledikleri gibi onları insanlar arasında yaymaya çalışanlar bunun karşılığını düşünmeliler. Rabbinin her türlü nimeti taddığı halde ni’met sahibini korksuzca inkâr edenler, hatta O’nu ve O’ndan gelen ölçüleri hesaba katmayanlar hata içerisindedirler. Alabildiğine suç, isyan, zulüm işleyenlere ve haddi aşıp azgınlık yapanlara hak ettikleri cezayı vermek adaletin gereği olmaz mı? 

Dünyadaki azap, toptan yok edilme olabildiği gibi; hastalık, felaket, sıkıntı, kaos, zulme uğramak, hak ihlâli, yeterince şükredememek, hayattan tad alamamak, belâ ve musibetle karşılaşmak, ibadetten mahrum kalmak ya da zevk alamamak şeklinde de olabilir. İnkârcılara bu gibi cezaları, dünyadaki kötülüklerinin önlenmesi için, mü’minlere de ya günahlarına bir karşılık (keffâret), ya da takvaya teşvik ve ahiretteki azabın haffiflemesi için verilir. (Allahu a’lem)[27]

 



[1] Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/183.

[2] Zariyat: 51/56.

[3] Zilzal: 99/7-8.

[4] Maide: 5/40.

[5] Âli İmran: 3/182; Nisa: 4/124; Bakara: 2/57. vd.

[6] A’raf: 7/96; Tevbe: 9/95.

[7] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 54-56.

[8] Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/183-184.

[9] İsra: 17/103; Nuh: 71/25.

[10] A'raf: 7/184.

[11] Ankebût: 29/40.

[12] Tevbe: 9/85.

[13] Tevbe: 9/35.

[14] Neml: 27/69, ayrıca bak: Âli Imran: 3/137; En’am: 6/11; Nahl: 16/36.

[15] Yusuf: 12/109; Hacc: 22/47; Mü’min: 40/82. vd.

[16] Mü’minûn: 23/100; Mü’min: 40/46.

[17] Müslim, Mesacid: 123-124, Hadis no: 584, 1/410; Buharí, Cenaiz: 89, 2/122; Nesâí, Cenaiz: 115. 4/85.

[18] Tirmizî, Kıyâme, 26.

[19] Tecrîd-i Sarih Terc., 678.

[20] Tecrîd i Sarih Terc., 677. Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/184.

[21] Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/184.

[22] Mü’min: 40/40; Yununs: 10/27; Şura: 42/40.

[23] İsra: 17/15.

[24] Âli İmran: 3/151; Kehf: 18/105; Nisa: 4/145. vd.

[25] Nisa: 4/10, 14; Maide: 5/94;  Nur: 24/23. vd.

[26] Hûd: 11/106.

[27] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 56-58.

 
  Bugün 10 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol