Bismillahirrahmanirrahim
  Baği-Bağy
 


BAĞİ-BAĞY

 

Bağy Kelimesinin Anlam Sahası:

 

‘Bağy’ sözlükte, ileri gitmek, haddi aşmak, haktan ayrılmak, zulmetmek gibi anlamlara gelmektedir.

‘Bağy’ fiil olarak istemede aşırı gitmek, bir şeyi çaba harcayarak arzu etmek, saldırıya geçmek demektir.

‘Bağy’in kökü olan ‘beğa’ fiili; aşırı kibir yüzünden başkalarına karşı haksız veya hukuksuz davranışta bulunmak anlamına gelir. Başkasına haksız yere saldıran kimsenin bu eylemi ‘beğa’ fiili ile anlatıldığı gibi istemede, arzu etmede aşırı davranma da bu fiille ifade edilmektedir.

‘Beğa’ fiilinin fail (özne) ismi olan ‘bağí’ (çoğulu, buğat), isyankâr, başkaldırıcı, terörist, eşkiya anlamında kullanılmaktadır.[1]

Bağy kelimesi, müteaddi (geçişli) olarak kullanıldığı zaman "talep etmek ve talep hususunda ileri gitmek" mânâsına gelir. Dürri'l-Muhtar'da: "Bağy lûgatta talep (arzu, istek) mânâsınadır. Nitekim "İşte bizim talep ettiğimiz, istediğimiz bu idi" (Kehf: 18/64) âyet-i kerimesinde bu mahiyette kullanılmıştır. Örfte ise, cevr ve zulüm gibi yapılması helâl olmayan bir şeyi istemek mânâsınadır"[2] hükmü kayıtlıdır. Bağy kelimesi lâzım (geçişsiz) olarak kullanıldığı zaman "sınır aşmak, hakkında razı olmayarak başkasının hukukuna tecavüz etmek, ihtirasla saldırmak" gibi mânâlara gelir. [3]

İstemek; istemede ileri gitmek; çabayla arzulamak; sınırı aşmak; hakkıyla yetinmeyerek başkasının canına, malına, ırzına kasdetmek; saldırıya yeltenmek veya saldırmak; haksız yere yükselmek isteyerek tecavüzde bulunmak; kendisine sulhün yolları ve biçimleri gösterildiği halde haksızlıkla üst olma sevdası gütmek. Bağy "beğa" fiilinin masdarı ve isim olarak kullanılır.

Bir terim olarak ise bâğî; hak ve adalet ile ülkeyi yöneten İslâm devlet başkanına veya nâibine karşı, bir te'vile, yani kendince doğru görülen bir delile, bir sebebe dayanarak itaat dairesinden çıkan, bununla birlikte müslümanların öldürülmesini, mallarının müsaderesini, zürriyetlerinin esir edilmesini helâl görmeyen ve silâhlı güce sahip olan müslüman, demektir. [4]

 

Kur’an’da Bağy:

 

Kur'ân-ı Kerim'de bağy fiili geçişli olarak, bir çok âyet-i kerimede yer almıştır. Şimdi bir kısmını gündeme getirelim.

"De ki: `O, her şeyin Rabbi iken ben Allah'dan başka bir Rabb mi arayacağım? (Ebğıy Rabben) Herkesin kazanacağı kendisinden başkasına ait değildir. Günahkâr hiçbir nefis diğerinin (günah) yükünü taşımaz. Nihayet dönüşünüz ancak Rabbinizedir. Artık O, sizin hakkında ihtilafa düşmüş olduğunuz şeyleri haber verecektir." (En'am: 6/l64)

"Şimdi onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? (yebguûne) Halbuki göklerde ve yerde ne varsa, (hepsi) ister istemez Allah'a boyun eğmiştir. Nihayet, O'na döndürülüp götürüleceksiniz?" (A1-i İmrân: 3/83)

"De ki: Ey Kitap Ehli! Neden eğriliğini arzulayarak (tebguneha) iman edeni Allah'ın yolundan alıkoyuyorsunuz?" (Âli İmrân: 3/99)

"Eğer içinizde, onlar da (münafıklar) savaşa çıksalardı aranızda şer ve fesadı artırmaktan başka bir şey yapmazlar, aranızda muhakkak ki fitne sokmak isteyerek (yebguûne'kumu’l-fitneh) bozgunculuğa koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah o zâlimleri çok iyi bilendir." (Tevbe: 9/47)

"De ki: `Ey Kitab ehli!... Neden eğriliği (sapıklığı) arzulayarak (tebguûneha) iman edenleri Allah yolundan alıkoymaya çalışıyorsunuz?" (A1-i İmrân: 3/99) [5]

Daha çok "yeryüzünde bağy etmek" Aynı kelimeden türeyen "ibteğa" fiilî bir şeyi istemede çaba göstermek anlamındadır. Eğer, istenilen şey iyiyse, eylem de iyidir. Nitekim, Kur'anda "Yüce Rabbin vechini ibtiğa" (el-Leyl: 20), "Rabbi'nin rahmetini ibtiğa" (İsrâ: 17/27) ve özellikle Allah'tan fazl veya Allah'ın fazlını ibtiğa[6] şekillerinde geçtiği gibi, kalplerinde maraz olan kişilerin fitne ve te'vilini ibtiğa ile müteşabihlere uydukları da belirtilir.[7]

Yine aynı kelimeden türeyen "inbeğa" fiilî ise yaraşmak, uygun düşmek, istenmesi uygun olmak anlamlarında "Biz ona şiiri öğretmedik, bu ona yaraşmaz da (ma yenbeği leh)” (Yâsin: 36/69) ayeti gibi ayetlerde kullanılır. İnsanlar arasında ayrılıkların, özellikle, ümmet halinde sağlam bir yapı (Bünyânun marsûs) oluşturan tevhîd toplumunun içinde tefrikaların başgösterip ihtilafların çıkmasında ana neden bağy'dir. Allah katından gelen apaçık ilim, hak ve beyyine'lerden sonra eğer tefrika doğuyor ve ihtilaflar başgösteriyorsa, bu; bazı insanların Allah'ın dininin kendilerine biçtiği hak ve yere razı olmayıp, başkalarının hakkına tecavüze yeltenmesinden ileri gelmektedir. Bu konuda Kur'an oldukça nettir. Bağy'in nedeni ise şu iki ayet-i kerîmede oldukça açık ve anlamlı biçimde ortaya konmaktadır:

"O'dur sizi karada ve denizde yürüten, ne zaman ki bir gemide olursunuz; güzel bir rüzgârla onları akıp götürürken ve buna sevindiklerinde birden gemiye şiddetli bir kasırga gelip, her yerden dalga kendilerine ulaşır ve sarıldıklarını sanırlar o zaman dini O'na has kılarak Allah'a yakarırlar: Eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden oluruz. "Ne zaman ki Allah kendilerini kurtarır, işte o zaman haksız yere yeryüzünde bağy ederler." (Yunus: 10/22-23)

"Eğer Allah rızkı kullarına yaysaydı, yeryüzünde bağy ederlerdi." (Şûrâ: 42/27)

İnsanlar zaman zaman darlıklarla, zaman zaman bolluklarla karşılaşırlar. Özellikle, Tevhîd toplumu kuruluşta oldukça büyük zorluklardan ve "Allah'ın yardımı ne zaman?" deme noktasına değin, büyük fırtınalardan ve sarsıntılardan geçer. Sonunda Allah rahmet kapısını onlar için açar, yer de ayaklarının altından onlara bol bol rızık verir, bu durumda zayıflayan kalpler, özellikle cahiliyedeki mevkilerini İslâm'da bulamayanlar ve rızkın, bolluğun şımarttığı kimseler Allah'ın dininin kendilerine verdiği paya razı olmayıp daha çok mal, şöhret, mevki gibi etkenlerle başkalarının hakkına el atmaya yeltenirler. Böylece bağy eylemi ortaya çıkar.

Rasulullah (s.a.s.) "Cezası en çabuk verilen şerr bağy"dir buyurmuş, İmam-ı Cafer es-Sadık da, "İblis, ordularına emreder: Aralarına haset ve bağy ekin, çünkü bunlar Allah katında şirke denktir der" demiştir. Kur'an' da "Bir kötülüğün karşılığı, misli bir kötülüktür. Kim affeder ve ıslah ederse sevabı Allah'a aittir. O, zalimleri sevmez. Kim de zulme uğradıktan sonra yardımlaşırsa, onların üzerine yol yoktur. (Kendilerine bir şey yapılmaz, ceza verilmez). Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yerde bağy edenler üzerinedir. Onlardır acıklı bir azabın kendileri için olduğu kişiler." (Şûrâ: 42/40-42) buyurulmakta; "kendilerine bağy isabet ettikten sonra (haklarını almak için) yardımlaşanlar" övülmekte ve bu sıfatın müminlerin sıfatı olduğu belirtilmekte[8] ve "Birbiriyle savaşan iki mümin topluluktan biri diğeri aleyhine bağy ederse, bütün müminlerin bağilerle Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşmaları emrolunmaktadır.[9] Kur'an'da ayrıca "fâcir olması, kendisi için olmayan şeye yeltenmesi" anlamında kadının bağyinden de söz edilmektedir.[10]

 

Övülen ve Yerilen Bağy:

 

‘Bağy’in övülen ve  yerilen olmak üzere iki kullanılış yönü bulunmaktadır.

Övülen ‘bağy’, ihsan ya da çok iyilik yapmak üzere adalette aşırı olmak,

Yerilen ‘bağy’ ise, batıla sapmak üzere hakka tecavüz etmektir, ya da haktan saparak şüpheye düşmektir. Halbuki İslâma göre hakk ta açıktır, batıl da.

Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:

“Helâl bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında bazı şüpheli şeyler vardır. Kim korunanın veya şüphelinin etrafında dolaşırsa onun içine düşebilir.”[11]

‘Bağy’in istemede aşırı gitmek, fazla arzulamak anlamını çeşitli Kur’an âyetlerinde görmekteyiz.[12]

“Ey iman edenler! Allah yolunda adım attığınız zaman gerekli araştırmayı yapın ve (İslâm gereği) selâm verene, dünya hayatının geçiciliğine aşırı istekli olarak (bağy’e düşerek)  'sen mü’min değilsin’ demeyin...” (Nisa: 4/94) âyetinde ve benzerlerinde yukarıdaki anlamdadır.

Aynı kökten gelen ‘biğa’, bir kadının hakkı olmayan bir konuda sınırı aşması, bir anlamda nikâh dışı ilişkiye girmesidir.[13]

‘Bağy’ aynı zamanda kibir (büyüklenme) anlamında da kullanılmaktadır. Bu, kişinin kendi hakkı olmadığı halde haksız yere yükselme arzusudur. Nitekim Kur’an’ın ‘bağy’ ettiler dediği firavun ve karun gibiler kibirli, kendini her şeyden üstün gören kimselerdir.

Böyleleri, kendi haklarına razı olmazlar, insan olarak bulundukları seviyeyi yeterli görmezler. Kimileri insanlar üzerinde haksız yere baskı kurmaya çalışırlar, kimileri insanların haklarını ellerinden almaya yeltenirler. Kimileri de insan olduğunu unuturlar, tanrılık iddiasına kalkışırlar.  Bütün bu yanlış davranışlar ‘bağy’ ahlâkıdır.

‘Bağy’ bir başka deyişle, başkasının aleyhine olmak üzere sınırı aşmak demektir. Bunun içerisinde kıskançlık, güçsüzleri ezme, kibirlilik, haksız saldırı,  sömürme, horlama, zulüm ve bozgunculuk gibi kötü fiilerin hepsi de girmektedir.

‘Bağy ahlâkı’, aslında inkâr edenlerin bir başka özelliğidir. İnkâr edenler, kendi  hevalarına uydukları, için Allah’ın indirdiği ölçüleri tanımazlar. Bir kısmı da elindeki servetle büyüklük taslayarak başkalarına hükmetmeye kalkışır. Eline geçirdiği maddi gücün devamlı olduğunu zannederler.  Hesaptan korkmaz, kimsenin kendine güç yetiremeyeceğini hayal ederler. Bunun için de hem Allah’a karşı sınırı aşar, hem de insanlara karşı saldırgan bir tutum takınır.

İnsanı yaratan Rabbimiz, onun yeryüzünde güzel bir şekilde yaşayabilmesi ve kulluk imtihanını kazanabilmesi için bir takım ölçüler göndermiştir ve onun için bazı sınırlar koymuştur. Konulan bu sınırlar hem insanın Allah’a karşı isyan etmesine engeldir, hem de insanların veya diğer varlıkların haklarını korumayı sağlamaktadır. Allah’ın koyduğu bu sınırları aşanlar ‘bağy’ yapmış  olurlar. Onlar kendi haklarına razı olmaz, daha fazlasını isterler. Nefislerinin aşırı bir şekilde istediği şeyleri elde etmeye uğraşırlar. Bunun yaparken de başkasının aleyhine sınırı aşarlar.[14]

 

Bağy’in Kısımları:

 

‘Bağy ahlâkını’ iki kısımda ele alabiliriz.

 

1) Siyasí ve Hukukí Bağy:

 

a) Zulüm ve Haksızlık:

 

‘Bağy’, başkası aleyhine sınırı aşmak olduğu için, toplumun ve kişilerin haklarının zedelenmesi bu kelime ile anlatılmaktadır. Kendisinin doksandokuz koyunu olduğu halde komşusunun bir koyununu almak isteyen aç gözlünün tutumu ‘bağy’dir.[15] Müslüman olmasına rağmen diğer kardeşlerine haksız yere tecavüzde bulunan kimseler de aynı durumdadırlar.[16] İsrailoğullarının peşine haksız yere düşen firavun’un tutumu da ‘bağy’den başka bir şey değildir.

Allah (cc) bu bağlamda, haddi aşmak  ve haksızlık yapmak olan ‘bağy’in her türlüsünü yasaklıyor.

 

b) Haksız İstek ve Aşırılık:

 

İnsanın hakkı olmayan şeyi elde etmeye kalkışması, buna kavuşmak için haddi aşması ve başkasının hakkına el uzatması ‘bağy’dir.[17] Allah (cc), isteklerinde aşırı giden (bağy’e düşen) İsrailoğullarına bazı helâl yiyecekleri haram kılmıştı.[18]

 

c) Hayat Hakkına Tecavüz:

 

Meşru savaşlarda veya nefsi müdafalarda, müslümanlar kendilerine saldıranların sınırını aşmazlar, haklarından fazlasını istemezler (bağy yapmazlar).[19] Mü’min bir kimsenin haksız yere müslüman kardeşine saldırması   (bağy etmesi) da doğru değildir.

 

d) Mal İle Sınırı Aşma ve Zulüm:

 

Malına  güvenerek gururlanan, sonra da yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkaran Karun’un durumu böyledir.[20] Yine kendisini doksandokuz koyunu olduğu halde komşusunun bir koyununa göz diken bütün aç gözlülerin tutumu bağy'’ir.[21] Zaten kimi insanlar bazen kendilerini Allah’a muhtaç görmezler ve yoldan çıkarlar.[22]

 

2) Ahlâkí Bağy:

 

a) Çekememezlik ve İhtiras:

 

Toplumun huzurunu bozan sebeplerden biri de o toplumda meydana gelen ‘bağy’dir. Kişiler arası çekişme, boğuşma, toplumsal  kaos, bazılarının diğerlerini sömürmesi, haksızlıklar hep ‘bağy’ yüzünden olmaktadır. Bazı guruplar, kendilerine Allah’tan apaçık bir ilim (ilâhí vahy) geldikten sonra aralarındaki bağy yüzünden ayrılığa düştüler, haksızlığa baş vurdular, toplumsal bozulmaya uğradılar.[23]

İnsanlar baslangıçta bir tek ümmetti, yani aynı dine inanan, bir topluluktu. Ancak aralarındaki bağy yüzünden parçalandılar, Hakk dinden saptılar ve birbirlerine karşı tecavüze yeltendiler.[24]

 

b) Büyüklük Taslama, Böbürlenme:

 

Kimilerinin ‘bağy'e baş vurmasının sebebi, rızkın bolluğu ve eldeki servettir. Bir deneme aracı ve dünya geçimliği için kendisine mal verilen bazı kimseler; bu malla şımarır, kibirlenir, servetine güvenerek sınırı aşmaya başlar. Kur’an, verilen nimetlerle şımarmaya ‘teref’, bu şekilde şımaranlara da ‘mütref’ demektir. Eğer Allah (cc) insanlara rızıkları alabildiğine bol bol verseydi, onlar yeryüzünde bağy’e saparlardı.[25] Bu nedenle rızkın dağılımı bir ölçüye göre olmaktadır.

‘Bağy’ inkârcıların bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Karun, zenginliğin kendi gücünün sayesinde eline geçtiğini sandı. Kibirlendi, büyüklük tasladı ve kendisine gelen hak davetten yüz çevirdi. O’nun bu tutumu ‘bağy’den başka bir şey değildi.[26]

 

c) Fuhuş:

 

Kur’an, kocasının nikâh hakkını başkasına çiğneten kadınların bu tutumuna (aynı kökten türeyen) ‘biğa’ demektedir.[27] Bu da zina, iffetsizlik ve kötülük anlamına gelir. Dünyanın geçici çıkarlarını elde etmek  için iffetli kadınları iffetsizliğe zorlamak yine ‘biğâ’ kelimesiyle ifade ediliyor.[28]

 

Bağy’ín Sonuçları:

 

Ancak bağy ederek ‘bağí’ durumuna düşmek eninde sonunda insanın kendisine zarar verecektir. ‘Bağ’ yoluyla çıkar sağladığını sananlar ile bu yola başvurmayı düşünenler büyük bir aldanış içerisindedirler. ‘Bağy’ kimin tarafından yapılırsa yapılsın; o, toplumun huzurunu bozar, insanı mutsuzluğa sürükler, hakları zedeler; sonunda da en büyük zarar ‘bağy’ edenin başına gelir.

“...Ey insanlar sizin bağy’iniz (taşkınlığınız), kendi nefisleriniz aleyhinedir. Bu, dünya hayatını geçici metaıdır (az ve değersiz bir şeydir)…” (Yunus: 10/23)

Demek ki,  hem Allah’a ve O’nun koyduğu ölçülere karşı bir sınırı aşma, aşırı gitme yanlışıdır, hem de başkası aleyhine taşkınlık yapıp, tecavüze ve haksızlığa kalkışmaktır. Bunun insan hayatına yansımasını bazen inkârcılık, bazen kibir, bazen haksız tecavüz, bazen gasbetme, bazen zulüm, bazen hak yeme, bazen de ekonomik sömürü ve toplumsal kargaşa şeklinde olabilir.

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:

“Allah (cc) bana: ‘Alçak gönüllü olun, öyleki hiç kimse kimseye bağy etmesin, kimse kimseye karşı böbürlenmesin’ diye vahyetti.”[29]

 

Fıkıh Terimi Olarak Bağy:

 

Bir fıkıh terimi olarak ‘bağy’; Bir İslâm ülkesini hak ve adaletle yöneten yöneticisine karşı, kendince bir sebebe dayanarak isyan eden, itaatten dışarı çıkan silahlı kişi veya gurupların karşı çıkışlarına denir.

Bu şekilde İslâm devletine karşı çıkanlara ‘bağí’ veya ‘âsi’ denilir.

‘Bağí’ler, silahlı isyancı oldukları için onlarla savaşmak caizdir. Nitekim bunu Kur’an emretmektedir.[30] Ancak onlar inkârcı olmadıklari için kafir sayılmazlar.

Bir başkaldırının ‘bağy’ suçu olması için bazı sartlar gerekir:

Başkaldırının meşru bir İslâmí yönetimine karşı olması, bu isyanda silah kullanılması, kendilerine göre İslâmí yönetimin görevini yapmadığını sanmaları gibi. Bu gibi yanlış tevillerle (yorumlarla) isyan edenlerle, isyan bastırılıncaya kadar mücadele edilir. Tevbe edip isyandan vazgeçme fırsatı verilir,  isyanın barışçı yollarla sona ermesine çalışılır.

Meşru bir İslâm devlet başkanına isyan etmek cahiliye ölümüdür.[31]

Bazı insanlar, İslâm dininin kendilerine verdiği hakları ve yetkileri az bularak, daha fazlasını talep ederler. Politik ihtirasların kaynağında liderlik arzusunu görmek mümkündür. İslâmî ıstılâhta: "Haksız ve yanlış bir tevil sonucunda; adil olan ulû'lemr'in (devlet başkanının) düşürülmesi için isyan eden kimseye baği denilir" şeklinde tarif edilmiştir. Fethû'l-Kadir'de: "Buğat, baği'nin çoğuludur. Lâmı illetli olan her ism-i failin bu vezinde gelmesi kaidedir. Nitekim gâzi'nin cem'i (çoğulu) guzât, râmi'nin cemi rumat, kadı'nın cemi kudât şeklinde gelir."[32] denilmiştir. Malûm olduğu üzere, mü'minlerin emirine karşı isyan, tek kişinin gerçekleştirebileceği bir fiil değildir. Dolayısıyla, Bugat ehlinin bir topluluk olması zaruridir. İslâm uleması bu hakikati dikkate alarak: "Başlarında bulunan bir idarecinin çevresinde toplanıp, hadde (İslâmî sınırlara) tecavüz ederek ve velâyetin (yönetiminin, devlet idaresinin) kendilerine ait olmasının gerektiğini söyleyerek, âdil hükümdara (devlet başkanına) karşı savaşan topluluğa bugat ehli denilir" tarifini benimsemiştir. Dolayısıyla bağy suçunun teşekkül edebilmesi için, bu tarifteki bütün unsurların bulunması zaruridir. Tâgûtî iktidarlara veya zalim yönetimlere karşı, sadece ve sadece Allahû Teâla (cc)'nın rızası için ayaklananlara mücahid denilir. Bu fiil, salih bir amel ve ibadettir.

İslâm dininin temel hedefi, insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini sağlamak, haklarını ve hürriyetlerini garanti altına almaktır. İnsanlardan bir zümre veya sınıf, tekebbür ederek, diğer insanların haklarını ortadan kaldırmaya teşebbüs edebilir. Allahû Teâla (cc)'nın kendilerine verdiği hakka râzı olmayan ve ihtirasla başkalarının hukukuna tecavüz edenlerin cezalandırılması tabiidir ve zaruridir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük (bir misilleme)dir. Fakat kim affeder, barışı sağlarsa mükâfatı Allahû Teâla (cc)'ya aittir. Şüphe yok ki Allah zâlimleri asla sevmez. Kim kendisine yapılan zulmün ardından herhalde hakkını alırsa, artık aleyhinde (mesuliyete) bir yol yoktur. Ancak o yol, insanlara zulüm etmekte ve yeryüzünde haksız olarak tegallübe kalkmakta (bağy etmekte-yebguûne fiyl'ard) olanlara karşıdır. İşte bunlar, (bağy suçunu işleyenler) yok mu? Bunların hakkı pek acıklı bir azaptır." (Şûra: 26/40-42) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm uleması, meşrû bir şekilde mü'minlerin velâyetine haiz olan ulû'lemr'e (İslâmî devletin liderine) karşı, haksız yere ayaklanan ve yanlış tevillerle politik ihtiraslarını tatmine çalışan zümrelerle savaşmanın caiz olduğunda ittifak etmiştir.

Emmarelik vasfına haiz olan nefs (nefs-i emmare) bütün şiddetiyle kötülüğü emreder ve liderlik sevdasından asla vazgeçmez. Bağyin ortaya çıkmasında, gerek Allahû Teâla (cc)'nın hukukuna, gerek insanların haklarına tecavüz ön plandadır. Hevâya uymanın getirdiği zulüm, bağyin kâynağıdır.

Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bu mahiyet güzel bir mesele ile izah buyurulmuştur:

"Allah sizi karada ve denizde gezdiren (sebeplerini izhar eden)dir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz anlar; bunları güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri (yolcular da) bununla sevindikleri zaman, ona (gemiye) şiddetli bir fırtına gelip çatar. Her taraftan dalgalar kendilerine hucûm eder. Sanırlar ki, onlar (yolcular) etraflarından sıkıca kuşatılmışlardır (kurtulmalarına imkân yoktur. (İşte bu esnada) Onlar, Allah'ın dinine hâlis ve samimi kimseler olarak O'na dua ederler: `Andolsun, (derler) eğer bizi bundan (bu felaketten) kurtarırsan, şeksiz ve şüphesiz şükür edenlerden olacağız. Fakat (Allah, dualarını kabul edip) onları selâmete erdirince, bakarsın ki yeryüzünde yine haksız yere taşkınlıkta (yebguûne fiyl'ard ) bulunuyorlar!.. Ey İnsanlar!... Sizin taşkınlığınız ancak kendinize karşıdır (innema bağyukum alâ enfûsikûm). Dünya hayatının (o fâni ve geçici) menfaati gibidir. Nihayet, dönüşünüz ancak bizedir. O vakit neler yapıyor olduğunuzu size biz haber vereceğiz.' (Yunus: 10/22-23)

Allahû Teâla (cc)'nın farz kıldıklarını ihmal ve haram kıldıklarını irtikâp etmek, bağy fülinin oluşmasını (İslâmî hududlara tecavüz noktasından) sağlar. Ferdî planda ve gizli kalan bağy'in (isyanın) cezası, hesap gününe kalır. İslâmî bir yönetimi ortadan kaldırmak veya politik ihtiraslarâ kapılarak fesad çıkarmak şeklinde tezahür eden bağy'in cezası ise (İslâm'ın temel hedeflerini korumak farz olduğu için) bu dünyada verilir.

Allahû Teâla (cc)'nın teklifleri karşısında sızlanmamak, sabretmek ve daima imtihan üzere olduğunu hatırda tutarak ihsan makamına ulaşmaya çalışmak, her mü'minin temel görevidir. Gerek ferdî planda ve gizli kalan bağy'den (isyan ve arzulardan), gerek cemaat planında fesad çıkarma şeklinde tezahür eden bağy'den, şiddetle kaçınmak zaruridir. [33]

Buğât (Bağîler) arkalarında silâhlı bir güç olan asîlerdir. Kendi yorumlarına göre bir delile dayanarak bazı hükümlerde müslümanlara ve İslâmî yönetime muhalefet ederler. Askerî bir güçle bir bölgeyi ele geçirirler ve orada kendi yönetimlerini hakim kılarlar. Hâricilerin Hz. Ali'ye karşı takındıkları tavır gibi. Hâricîler veya diğer adıyla Harûrîler Hz. Ali'ye isyan ettiler, onun ve müslümanların kanlarını ve mallarını gasbetmeyi kadınlarını esir etmeyi helâl saydılar. Haricîler Resulullah (s.a.s.)'ın ashabını tekfir ederler. Her günahın insanı küfre götürdüğü kanaatini taşırlar. Böylece dinde çok sert ve şiddetli bir yol izlediler.[34] Bunların dışındaki bâğîler ise; hâricîlerin mübah gördüğü gibi müslümanların mallarını ve çocuklarının esir edilmelerini mübah görmezler.

Hz. Ali; "Din kardeşlerimiz bize bağyetti (isyan etti)" derken, bağy'i isyan anlamında kullanmıştır. Bâğîler İslâm nazarında dinden çıkmış sayılmazlarsa da ümmetin ittifakı ile dalâlet ehlidirler. Dinden çıkmadıklarının delili şu ayettir: "Eğer müminlerden iki tâife çarpışırlarsa siz hemen onların aralarını bulun" (el-Hucurât: 49/9). Ancak bunlar tevhid toplumunun dağılmasına, za'fa uğramasına İslâm devleti bünyesinde ayrılıkların çıkmasına, müslüman kanının dökülmesine yol açan bir kitledir.

Bâğîlerle ilgili bazı hadisler, bu konuda uygulanacak hükümleri kapsarlar:

İbn Ömer (r.a.), Hz. Peygamber' in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Her kim bize karşı silâh taşırsa bizden değildir."[35]

Burada silâh taşımak, harbetmek anlamındadır.

Ebû Hüreyre'den, Allah elçisinin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Her kim, İslâm devlet başkanına itaatten çıkar ve İslâm cemaatinden ayrılır da ölürse, onun ölümü cahiliyye ölümüdür."[36]

Bu hadis, bir kimse cemaatten ayrılır, ancak o cemaate karşı harbetmezse; bizim de kendisi ile muharebe edemiyeceğimize delildir. Çünkü Hz. Peygamber, onunla muharebe etmemizi emir buyurmamış, yalnız onun ölüm hâlinin cahiliyyet ölümüne benzediğini haber vermiştir. Şu halde o, bu fiilî ile dinden çıkmaz, demektir. Hz. Ali'nin Hâricilere söylediği şu sözler de bunu gösterir: "İstediğiniz tarafta olun, sizinle aramızdaki hukuk, haram kan dökmemeniz, yol kesmemeniz ve hiç bir kimseye zulüm etmemenizdir. Eğer bunları yapacak olursanız size harp ilân ederim"[37]

Bir başka hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Cezası en çabuk verilen kötülük bağy'dir."

İbn Ömer (r.a.)'den Allah Resulu'nun şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Bilir misin ey İbn Ümmi Abd (bu zat, Abdullah b. Mes'ud'dur. Çünkü o, bu lâkapla anılırdı) bu ümmetin bâğîlerine Allah'ın hükmü nasıl olacaktır?" dedi. O:

Allah ve Resulu bilir! cevabını verdi. Resulullah (s.a.s.):

"Bu grubun yere düşen yaralısına dokunulmaz, esiri öldürülmez, kaçanı aranmaz, ganimeti de taksim edilmez" buyurdu.[38]

Buna göre asîlerle ilgili hükümleri şu noktalarda toplamak mümkündür:

1) Âsî ve bâğîlerle savaşmak caizdir. Bu konuda icmâ (ittifak) vardır. Ayette; "Siz bâğîlik eden taife ile çarpışın..." (el-Hucurât: 49/9) buyurulmuştur. Ancak onlarla savaşa başlamazdan önce, kendilerini bu isyandan vazgeçmeğe davet gerekir. Nitekim Hz. Ali Hâricîlere karşı böyle hareket etmiştir. Hâricîler, Hz. Ali'den ayrıldıktan sonra Ali (r.a.) kendilerine İbn Abbâs'ı göndermişti. İbn Abbâs onlarla çeşitli görüşmeler yaptı. Bu münazara ve görüşmelerin sonucunda tamamı sekizbin kişi olan Hâricîlerin dört bini isyandan vazgeçtiler. Diğerleri ise inatlarında ısrar ettiler. Bu defa Ali (r.a.) kendilerine; "İstediğiniz tarafa gidin, sizinle aramızda (uyulması gereken şey) haram kan dökmemeniz, yol kesmemeniz ve hiçbir kimseye zulüm etmemenizdir" diye haber göndermiştir. Hâricîler ashab-ı kiramdan Abdullah b. Habbab b. Eret'i şehit ettiler. Hamile olan hanımının da karnını deşerek içindeki cenîni çıkardılar. Hz. Ali bunları duyunca Hâricîlere bir mektup yazarak Abdullah b. Habbab'ı şehit edenin kısasını istedi. Hâricîler; "Onu hepimiz öldürdük" deyince, Hz. Ali onlarla savaşa izin verdi.[39]

2) Âsî ve bâğîlerin yaralıları hemen öldürülmez. Ancak Hanefîlere göre, orduları varsa yaralıları öldürülür, kaçanları da takip edilir. Hz. Ali bu konuda şöyle demiştir: "İsyancılara galip geldiğiniz zaman kaçanı aramayın, yaralıyı hemen öldürmeyin, savaş aletine bakın ve onu alın. Ondan başkası mirasçılarınındır."[40]

3) Âsîlerden alınan esir öldürülmez. Çünkü onlarla yapılan savaşın amacı, onların savaş yapmasına engel olmaktır.

4) Âsîlerin kaçan esirleri takip edilmez. Hanefîlere göre, âsîlerin orduları varsa esirler takip edilir. Çünkü bu takdirde tekrar saldırıya geçmeleri muhtemeldir.

5) Bâğîlerin malları ganîmet olarak alınmaz. Hadîste şöyle buyurulur:

"Müslüman bir kimsenin malı ancak kendi gönül rızası ile helâl olur.”[41] Hz. Ali Cemel ve Sıffin vakalarında ölenlerin hiç birisinin eşyasına el sürdürmemiştir.

6) Yere düşen yaralılar öldürülmez. Hanefîlere göre âsîlerin savaşta sebebiyet verdikleri mal ve can kayıpları ödettirilmez. Çünkü ayet-i kerîmede;

"Allâh'ın emrine dönünceye kadar" (el-Hucurât: 49/9) buyurularak ödetmeden söz edilmemiştir.

Bilginlere göre; bâğîleri öldürmekten dolayı, meşrû devlet başkanına tabi müslümanlara günah ve keffâret gerekmez. Onlar telef ettikleri şeyleri de tazmin etmezler.[42] Çünkü onlar, bu savaşı emir üzerine yapmışlardır. Diğer yandan âsîlerin canları bile diyet veya kısasla tazmin edilmeyince, malları öncelikle tazmin edilmez.[43]

Âsîler, ehl-i adl (meşrû devlet tebeası)in yolunu kesseler, onlara had uygulanmaz. Çünkü onlar, bir te'vîle dayanarak, onların mallarını mübah saymışlardır. Âsî, ehl-i adlin malını çalsa, devlet başkanı, âsîler beldesinde velâyetinin (cezaları uygulama yetkisinin) bulunmaması sebebiyle onun elini kestiremez. Hanefîlere göre bâğîlere, devlet başkanının onların beldesinde velâyetinin bulunmaması yüzünden hadler tatbik edilmez.[44] Âsî, İslâm beldesi (dâru'l-İslâm)'nde hırsızlık yapsa had cezası tatbik edilir. Bunu helâl saysa da sonuç değişmez. Çünkü dâru'l-İslâm'da onun silâhlı gücü yoktur.[45]

İsyancıların, istilâ ettikleri beldeler halkından topladıkları zekâtları, öşürleri, haraçları, daha sonra o beldeleri geri alan meşrû devlet başkanı yeniden talep edemez. Çünkü İslâm devlet başkanının bu vergilere hak kazanması, halkı himaye etmesi karşılığındadır. İstilâ halinde ise bu himâye kesintiye uğramıştır. Ancak halkın zekâtlarını yeniden vermesi daha güzeldir. Çünkü isyancılar zekâtı genellikle yerine sarfetmezler. Öşür ise yoksullara ait olduğu için; isyancılar yoksul iseler, bu zekât yerine sarfedilmiş olur. Haracın sarf yeri ise, harbîlere karşı cihadda bulunacak olan müslümanlardır. İsyancılar ise müslüman olup, ihtiyaç halinde harbîlere karşı cihat yapabilecekleri için; alacakları haraç, yerine sarfedilmiş sayılır. Ancak geleceğe ait bu kabil vergileri, yine İslâm devlet başkanı almaya başlar. Çünkü isyancıları etkisiz kılınca velâyeti açığa çıkmış olup o beldeler halkını yeniden himaye altına almış bulunur.[46]

İslâm devletinin isyancılara karşı, işin başında kesin tavır koyması bazı hadislerde öngörülmüştür. Arface b. Şurayh, Allah Resulu'nun şöyle dediğini nakletmiştir: "İşiniz toplu ve düzenli iken size biri gelir de topluluğunuzu dağıtmak isterse onu hemen öldürün"[47] Müslim aynı hadîsi şu ifadelerle rivayet etmiştir: "Nice fitne ve fesatlar vukû bulacaktır. Bu ümmet toplu iken bir kimse onun hâlini perişan etmek ve onları dağıtmak isterse, kim olursa olsun onu, hemen kılıçla öldürün."[48]

Bu hadisler, bir ülkede müslümanların bir kimseyi Emirü'l-Mü'minîn seçerek etrafında toplamalarına rağmen, bazılarının isyan edip bu seçilen zatın aleyhine başkaldırmaları halinde bunların ölüm cezasını hak ettiklerini gösterir.[49]

 



[1] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 59.

[2] Dürri'l-muhtar, İst.1984, Kahraman yay., c. IV, sh. 261, Ayrıca bkz.: Rağıp el-Isfahani, el-Müf'redat fi Garaibi'I-Kur'an, İst.1986 Kahraman Yay., sh. 72.

[3] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 55.

[4] Ali Ünal, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/192-193.

[5] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 55-56. Ali Ünal, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/193.

[6] el-Bakara: 2/198, en-Nahl: 16/14, el-İsrâ: 17/66, Kasas: 28/73.

[7] Âli İmrân: 3/7.

[8] Şûrâ: 42/39.

[9] Hucurât: 49/9.

[10] Meryem: 19/20, 28; Ali Ünal, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/192.

[11] Buharí, İman: 1/21, 1/20: Müslim, Müsakât: 107, Hadis no: 1599, 3/1219; Ebu Davud, Büyu’: 3, Hadis no: 3329-3330, 3/243; Tirmizí, Büyu’: 1, Hadis no: 1205, 3/511; Nesâí, Büyu’: 2, 7/213. Bu hadisi Ragıb İsfehâní,  “Hak bellidir, batıl da bellidir” şeklinde vermektedir.  Müfredat, s: 72.

[12] En'am: 6/164. A’raf: 7/140. Kasas: 28/77. Yusuf: 12//65. Ahzab: 33/51. Bakara: 2/198. İsra: 17/12. v.d.

[13] Nûr: 24/33.

[14] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 59-60.

[15] Sad: 38/22-24.

[16] Hucurat: 49/9.

[17] Bakara: 2/173; En’am: 6/145; Nahl: 16/115.

[18] En’am: 6/146.

[19] Hacc: 22/60; Nahl: 16/126.

[20] Kasas: 28/76-78.

[21] Sâd: 38/22-24.

[22] Alak: 96/6; Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 60-61.

[23] Şûra: 42/14; Casiye: 45/17.

[24] Bakara: 2/213; Âli İmran: 3/19; Şûra: 42/14; Casiye: 45//17.     

[25] Şûra: 42/27; Yunus: 10/22-23.

[26] Kasas: 28/76-78.

[27] Meryem: 19/20, 27-28.

[28] Nûr: 24/33; Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 61-62.       

[29] Ebu Davud, Edeb. Hadis no: 4895, 4/274; Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 62.      

[30] Hucurat: 49/9.

[31] Buharí, Fiten: 2, 9/59. Ebu Davud, Sünnet: 27.  nak. Şamil İslâm. Ansiklopedisi. 1/193; Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 62.     

[32] İbn-i Hümam, Fethû'l Kadir, Beyrut: 1316, c. 1V, sh. 408.

[33] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 56-58.

[34] İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, 4/408 vd.; es-Semerkandî, Tuhfetü'l-Fukahâ, 3/251; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, 3/338.

[35] Buhârî Fiten: 7, Diyât: 2; Müslim, İman: 161, 163; Fiten: 16; Nesaî, Tahrim; 26; Tirmizî, Hudûd; 26; İbn Mace, Fiten; 11.

[36] Buhârî, Fiten: 2; Ebû Dâvûd, Sünnet: 27.

[37] Ahmed b. Hanbel, Taberânî ve Hâkim.

[38] İbn Hacer el-Askalanî, Buluğu'l-Meram, Terc. ve Şerh. A. Davudoğlu, İstanbul 1967, 3/559.

[39] İbn Hacer el-Askalânî, Bulûğu'l-Meram: 3/560-561.

[40] el-Askalânî, a.g.e, 3/561, 562.

[41] Veda hutbesi.

[42] eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr: 7/169.

[43] es-Serahsî, el-Mebsût: 1/128; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi: 7/141; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr: 4/414; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid: 2/448; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb: 2/220; İbn Kudâme, el-Muğnî: 8/113.

[44] İbn Kudâme, el-Muğnî: 8/113.

[45] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi': 7/141; es-Semerkandî, Tuhfetü'l-Fukahâ: 3/252; eş-Şîrâzî, a.g.e., 2/221.

[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Istilâhâtı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1968, 3/420.

[47] Müslim, İmare: 59.

[48] Müslim, İmare: 60.

[49] Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/192-194.

 
  Bugün 4 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol